Önceki gün Kremlin’de imzalanan mutabakat belgesi Türkiye’yi şimdilik yeni bir mülteci dalgasından korurken, sahaya dönük sonuçları itibarıyla da İdlib’i fiilen üç, hatta dört parçalı bir bölgeye dönüştürmüştür.
Bu çok parçalı coğrafyanın en geniş alanında kuzeyden güneye doğru inerken M-5 otoyolunu içine alan ve özellikle Maarat el Numan’dan itibaren batıya doğru genişleyen birinci bölge yer alıyor. Haritada mavi renkte işaretlenmiş olan bu alan artık olduğu gibi Esad rejiminin kontrolü altında bulunuyor.
İdlib konusunda önemli bir otorite olan Doç. Serhat Erkmen, dün ‘fikirturu’ haber portalı için kaleme aldığı 5 Mart Anlaşması hakkındaki son derece bilgilendirici analizinde bu bölgenin büyüklüğüne ilişkin ilginç bir hesaplama yapıyor.
Buna göre, muhaliflerin kontrol ettiği bölge rejimin İdlib harekâtını başlattığı 2019 Mayıs ayından önce 6.000 kilometrekare dolayındaydı. Rejim, bu alanın 2019 yılında 1.200 kilometrekare, 2020’nin ilk iki ayı içinde ise 1.700 kilometrekaresini muhalefetten geri almıştır. Geri alınan alan, ‘İdlib gerilimi düşürme bölgesi’nin yüzölçümünün yaklaşık yarısına tekabül ediyor.
İDLİB’İN YENİ REALİTESİ
Haritada mor renkle taranmış olan ikinci bölgede silahlı muhalif gruplar ile şubat ayı başından itibaren İdlib’e yaptığı büyük askeri sevkıyatla burada çok sayıda ‘mevzi bölge’ kurup sahaya yerleşen Türk Silahlı Kuvvetleri var. Anlaşmayla bir anlamda Türkiye’ye zimmetlenen bu bölgenin doğusunda rejim, batısı ve kuzeyinde Hatay sınırı, güneyinde ise doğu-batı eksenindeki M-4 otoyoluna bitişik ‘güvenli koridor’ uzanıyor.
Haritada gri renkte taranmış olan ‘güvenli koridor’ İdlib coğrafyasının yeni bir realitesi olarak karşımıza çıkıyor. M-4 otoyolunun doğu-batı istikametinde 6 kilometre kuzeyinde, 6 kilometre güneyinde uzanacak toplam 12 kilometre genişliğindeki bu bölgede üslenmiş radikal grupların tehdit olmaktan çıkartılması, ağır silahlarının tasfiyesi, böylelikle yolun güvenliğinin sağlanması amaçlanıyor.
Bu koridorun işleyişine ilişkin esas ve usullerin belirlenmesi için iki ülkenin savunma bakanlıklarına verilen süre tam 7 gün. Radikal grupların ve ağır silahlarının bu bölgeden nasıl çıkartılacağı, direnç gösterilirse ne gibi angajman kurallarının uygulanacağı, bölgenin nasıl denetleneceği gibi kritik sorular bu teknik çalışmada belirlenecek. Bu esasların belirlenmesinin ardından M-4 üzerindeki Türk-Rus ortak devriyelerinin 15 Mart’ta başlamasını öngörüyor önceki gün imzalanan protokol.
Ve aslında ikinci bölgenin bir parçası olan, ancak coğrafi olarak araya giren ‘güvenli koridor’ nedeniyle yukarıdan kopan dördüncü bir bölüm var. Bu cep içindeki silahlı muhalif gruplar tampon bölgeyle rejim arasında sıkışmış bir şekilde kalacak. Burada TSK’nın yeni kurduğu geçici ‘mevzi bölgeler’ de bulunuyor. El Barah yerleşimi bu noktalardan biri.
Mutabakat 5 Mart saat 24.00 itibarıyla herkesin bulunduğu yerde kalmasını ve askeri faaliyetini durdurmasını öngörüyor. Bu hüküm bu bölgedeki gruplar ve TSK birlikleri açısından da geçerli.
RADİKAL GRUPLAR KORİDORDAN ÇIKARTILACAK
Buradan meselenin en kritik kısmına, yani anlaşmanın uygulamasına geçelim. Önceki gün Kremlin’de imzalanan ‘Ek Protokol’ün uygulaması çok ciddi sınamalarla karşı karşıya. Anlaşmanın başarısı herkesin uygulamaya katılmasına bağlı. Gelgelelim İdlib sahasında çok sayıda aktör var ve bunlar içinde kontrol edilebilenler olduğu gibi kontrol edilemeyenler de var...
TSK, Türkiye’nin desteklediği ‘Kurtuluş Cephesi’ ve ‘Suriye Milli Ordusu’ unsurlarını, Rusya’yı ve onun denetimindeki Esad rejimini ilk gruba dahil edilebiliriz.
Bunların dışında kalanları ‘kontrol dışı aktörler’ kategorisine koyabiliriz. Bu grupların önemli bir bölümü BM Güvenlik Konseyi’nin terör örgütleri listesinde yer alıyor. El Kaide’nin türevi olan ve İdlib’deki muhalefet bölgesinde geniş bir alan hâkimiyetine sahip Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) bunların başında geliyor.
Son yıllarda El Kaide ile bağlarını kopardığını savunan HTŞ’nin Türkiye’nin telkinlerine açık olduğu ve pekâlâ dönüştürülebileceği yolunda görüşlere rastlamak mümkün. HTŞ’nin bir şekilde masaya çekilebileceği varsayılsa bile, doğrudan El Kaide’den talimat almaya devam eden ve sahada azımsanmayacak sayıda militanı bulunan Huras el Din gibi bir örgütle herhangi bir müzakere söz konusu olmayacaktır. Keza Türkistan İslam Partisi’nin İdlib’deki savaşçılarını, başka ülkelerden gelen militanları bünyelerinde barındıran diğer irili ufaklı grupları da denkleme dahil etmek gerekiyor.
İşte bu çok aktörlü sahada 5 Mart anlaşmasının uygulamadaki başarısı herkesin ateşkese uymasına ve aynı zamanda ‘güvenli koridor’ alanını boşaltmasına bağlıdır.
AKAR: ‘ATEŞKESE UYMAYANA ZOR KULLANIRIZ...’
Şimdi en zor soruya gelelim. Güvenli koridorun üzerinde uzanacağı bölge kontrol dışı radikal grupların da faaliyet alanıdır. Örneğin, M-4’ün batı noktasında otoyola bitişik olan Cisr eş Şugr kasabası Türkistan İslam Partisi’ne bağlı savaşçıların üslendiği bir merkezdir.
Türk askeri makamları güvenli koridoru oluşturmak üzere bu gruplara buradan çıkmaları ya da en azından ağır silahlarını teslim etmeleri çağrısında bulunur ve bu çağrı reddedilirse nasıl bir yöntem izlenecektir? Bazı gruplar, örneğin Huras el Din anlaşmanın kendisini bağlamadığını belirterek ateşkese uymazsa ne yapılacaktır? SİHA’lar mı devreye girecektir?
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 13 Şubat tarihinde yaptığı “Ateşkesi sağlamak ve kalıcı kılmak için ilave birlikler gönderiyoruz, alanı kontrol edeceğiz. Radikaller dahil ateşkese uymayanlara karşı zor kullanılacak, her türlü tedbir alınacaktır” şeklindeki sözleri Ankara’nın ‘zor kullanma’ seçeneğine hazırlandığına işaret ediyor.
Önceki gün Moskova’da imzalanan anlaşmanın uygulamaya konmasıyla birlikte, TSK’nın İdlib’deki görev talimatının yeni dönemde radikal gruplarla mücadele hedefini kapsaması da Türkiye’nin gündemine yerleşecektir.