Referans Medya: [Tercüme : Kaan Çeben]
Sağlıklı bir gözle bakıldığında her iki ülkeyi birleştiren ana unsurun komünist ideoloji olduğu anlaşılıyor, ancak iki ülke liderlerinin ilk ve en güçlü olma istekleri aslında aradaki benzerlik konusunda en öne çıkan etkendir.
Her iki ülke arasındaki ilişki şu anda “dost” olarak tanımlanıyor ancak onları gerçekten “samimi dostlar” olarak adlandırmak zor. Geçmişte bile, SSCB ve Çin arasındaki ilişkiler, iki ülkenin şahsi hesaplarına ve başrolü kimin oynayacağı çatışmasına dayanıyordu. Bu durum şu anda da değişmiş gibi görünmüyor ancak Çin “daha akıllı” ve kaynaklar açısından da Rusya’dan daha zengin bir oyuncu olarak öne çıkıyor.
Şimdi Çin ve Rusya arasındaki “benzerliklere”, işbirliği biçimlerine ve her ikisi için gelecekteki beklentilere göz atalım.
Rusya yarı başkanlıkla yönetilen federatif bir cumhuriyet, Çin ise Komünist Partisi genel sekreteri tarafından yönetilen sosyalist bir ülkedir.
Zaten resmiyetteki farklılıkları ilk bakışta görebiliriz, ancak daha derinlere dalarsak, her iki ülkenin de esasen Siyam ikizleri gibi hissettiği gerçeğini fark ederiz. Rusya’da birden fazla parti vardır, ancak sadece bir parti ülkedeki her şeye karar verir. Tek yetkili odur. Üstelik Rusya, söz konusu partiyi kurma amaçlarının Devlet Başkanı Vladimir Putin’i tam manasıyla desteklemek olduğunu saklamaya bile çalışmaz.
Çin’de ise 9 tane parti faaliyet gösteriyor. Ancak ülkeyi bu partilerden sadece 1 tanesinin yönetmesine izin veriliyor. Tek yetkili ise Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri…
Bu nedenle, hem Rusya’da hem de Çin’de tek bir iktidar partisi var ve bu parti, cumhurbaşkanının istediği her şeyi uygulamaktan ve yürütmekten sorumlu, yani her iki ülke de oldukça az bir insan topluluğu tarafından yönetiliyor. Rusya ve Çin’de yapılacak olan herhangi bir seçim sonucunu tahmin etmek, ancak Pazartesi gününden sonraki günün Salı olduğunu söylemek kadar zor olabilir.
Bu yazıyı yazmak için, Çin ve Rusya’nın tarihini ve bu ülkelerde meydana gelen güncel olayları okumak adına çok zaman harcadım ve bu nedenle “totaliterlik” kelimesinin anlamına da bakmamız gerektiğini düşündüm.
Totaliterizm, bir ülkenin halkının katılımı olmadan yönetildiği ve halkın çoğunluğunun mutabakatı olmadan kararların alındığı politik bir sistemdir; totaliter bir rejimde en önemli sosyal, ekonomik ve politik meseleler devlet tarafından kontrol edilir. Rejimin insanların yaşamını hayal edilebilir tüm yönlerden kısıtladığı bir tür diktatörlüktür.
Dikkate değer özellikleri maddeleyecek olursak:
⦁ Güç küçük bir grup insan tarafından tutulur – bir klik;
⦁ Muhalefet bastırılır ve genel terör aksiyonları, devleti yönetmek için bir araç olarak kullanılır;
⦁ Yaşamın tüm yönleri devletin çıkarlarına ve egemen ideolojiye tabidir;
⦁ Halk, liderin kişilik kültü, kitle hareketleri, propaganda ve diğer benzer araçlar kullanılarak seferber edilir;
⦁ Agresif ve yayılmacı dış politika;
⦁ Kamusal yaşam üzerinde tam kontrol.
Çin ve Rusya gerçekten totaliter devletler midir? Resmi olarak hayır, ama özüne bakarsak, tamamen farklı bir resim görürüz. Burada çoğumuzun zaten aşina olduğu olaylar dışında Çin ve Rusya’daki totaliterciliğin tüm işaretlerine derinlemesine bakacağız.
Rus ve Çinli vatandaşların çoğunun karar verme mercii olduklarını günümüz şartlarında söyleyebilir miyiz? Evet resmi olarak bu ülkelerde seçimler yapılıyor, peki bu yapılanlara gerçekten “seçim” diyebilir miyiz? Gerekli seçim sonuçlarını gözlemlemek için oy kullanma merkezlerinde yapılan usulsüzlükleri ve buraların nasıl çalıştığını gösteren video görüntülerini ve yazılan makaleleri saymakla bitiremeyiz. Bu nedenle, genel halkın yönetime katılmakla ve karar verici olmakla ilgilendiğini söyleyebilsekte, seçime dair sonuçların her zaman iktidardakiler tarafından belirlendiğini unutmamalıyız…
Son paragraf bizi ilk noktaya getiriyor: iktidar küçük bir grup insan tarafından elde tutuluyor – bir klik. Her iki ülke de istedikleri kişiyi atayan ve istedikleri kişileri görevden alan başkanlar tarafından yönetiliyor. Bu, yönetme gücünün küçük bir grup insan tarafından tutulmasıdır. Bir sonraki nokta ise muhalefeti bastırmak ve devleti yönetmek için genel terör faaliyetlerini kullanmaktır. Medya kuruluşlarına gelirsek, onlar her iki ülke için de muhalefetin bastırılması adına devamlı yayınlar yapmaktadırlar.
Siyasi muhaliflerini ve onlar tarafından düzenlenen faaliyetleri durdurmak için Rusya ve Çin sadece polis güçlerini değil orduyu da kullanıyor. Zaman zaman, her iki ülkede de muhalif bir aktivistin öldürüldüğüne ve bu cinayetlerin hiçbir zaman çözülmediğine dair bilgiler ortaya çıkıyor. Muhalefet aktivistlerinin ceza davaları ve idari tutuklamaları hakkında konuşmaya gerek bile yok. Bu rejimlerdeki yaşamın tüm yönlerinin devlet ve ideolojiye tabi olduğu gerçeğine hala ikna olmayan var mı?
Rusya vatandaşlarını oldukça dikkat çekici bir şekilde kısıtlamalara tabi tutmak ve onları eğitmek (?) ile uğraşıyorsa da, Çin’in bu işler için yapılacak törenlere zamanı yoktur. Çin Komünist Partisi, vatandaşlarının “ahlaki kalitesini” iyileştirme (?) konusunda yeni kurallar yayınlamıştır ve bu kurallar düğün törenlerini organize etmekten tutun, uygun şekilde giyinmeye kadar akla gelebilecek tüm konulara değinmektedir. Üzülerek söylüyorum ama Stalin ve Hitler dönemlerine ait bazı montaj videoları izlediğimde, günümüzde yaşanan hadiselerin o dönemin modern bir versiyonu olduğu gerçeği ile yüzleşiyorum. Bugün farklı olan sadece videolarda görünen yüzlerdir… Üstüne eklenmiş bir saldırganlık ve yayılmacı birer dış politika…
Çin, Güney Denizinde yıllardır çok aktif durumda ve komşularının silahlı kuvvetleri – Brunei, Malezya, Filipinler, Tayvan ve Vietnam arasındaki gerilimleri sürekli olarak artırıyor.
Çin, kıyılarından uzakta olan adaları fiziksel olarak ele geçirmeye, yapay olarak ise inşa etmeye ve silahlandırmaya devam ediyor. Ve son yıllarda Çin, rejimin haklı olarak kendilerine ait olduğunu gördüğü Tayvan’a karşı özellikle agresif davrandı. Tayvan’a silah satmak isteyen ülkelere de yaptırım uygulamaya hazır olduğunu duyurdu.
Ancak, silahlı saldırganlık söz konusu olduğunda, Çin, hedeflerine ulaşmak için yakın ve uzak komşularına karşı silahlı saldırganlık kullanmaktan çekinmeyen Rusya’ya kıyasla zayıf kalıyor. Rusya’nın saldırganlığı nihilizmiyle el ele gidiyor. Eminim size Gürcistan, Ukrayna ve daha önce Çeçenya’daki olayları hatırlatmama gerek yoktur… Rusya herkese elindeki büyük silahlarını göstermek için her fırsatı kollayacak ve aynı zamanda doğrudan veya dolaylı şekillerde farklı askeri çatışmalara katılmayı da göze alacaktır.
Belki bazılarınız buna katılmayacaksınız, ancak benim nazarımca Çin ve Rusya şu anda özünde totaliter devletlerdir.
Tarih bize belli bir noktaya kadar iki totaliter ülkenin bile işbirliği yapabildiğini gösterdi. Nazi Almanyası ile SSCB arasındaki “dostluğu” hatırlayalım, ancak bu dostluğun neyle sonuçlandığını da unutmayalım.
Çin’e ait bir pul üzerinde görülen Mao Zedung ve Stalin el sıkışırken…
Rusya’ya karşı uygulanan ekonomik yaptırımların, onları Çin ile dost olmaya ittiği de doğrudur, ancak Çin’in bu ilişkinin (rekabetin) nihayetinde galip (kârlı) taraf olacağı anlaşılmaktadır.
Çin Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre, 2018 yılında Çin ekonomisi Rusya’dan doğrudan yatırımlarda 56.6 milyon USD (% + 137.4) aldı, bu da 2018’in sonunda Rusya’dan doğrudan yatırımların miktarının 1.066,90 milyon USD’ye ulaştığı anlamına geliyor.
2018 yılında, Rusya ekonomisi ise Çin’den 720 milyon USD doğrudan yatırım aldı ve bu da 2018’in sonunda toplam olarak Çin’den doğrudan 10.960 milyon USD yatırım aldığı anlamına geliyor.
Çin’deki Rusya yatırımlarının ana alanlarını enerji, tarım ve ormancılık, inşaat ve inşaat malzemeleri, ticaret, hafif sanayi, tekstil, elektrikli ev eşyaları, hizmetler vb. oluşturmaktadır. Rusya’daki Çin yatırımlarının ana alanları ise üretim, inşaat ve ulaşımdır. Bu “dostluk” sürecinde yatırım olarak Çin’in Rusya’yı çoktan aştığını rakamlara baktığımızda görebiliyoruz. Çin’in Rusya’da diğer ülkelerden çok daha büyük ölçekli yatırım projeleri başlattığı gerçeğini de göz ardı edemeyiz.
Çin’in askeri teçhizat alımının Rus silahlanma programlarının var olmasına izin verdiği unutulmamalıdır. Çin’in alınan silahları “kopyalayabileceği” ve daha sonra geliştirebileceği endişelerine rağmen Rusya, Çin’e modern silahlar sattı. Zira paraya duyulan ihtiyaç, kopyalanma endişesi gibi çekincelerden daha ağır bastı. Sonuç olarak, 2020’nin başlarında Çin’in silah üretimi ve satışı konusunda Rusya’yı çoktan geride bıraktığı görülüyor.
Rusya ve Çin’in uzun vadede kamuoyunu nasıl şekillendirmeye çalıştıklarına bakarsak, bazı farklılıklar görebiliriz. Rusya bunu küresel politikalarda entelektüel, ekonomik ve manevi-kültürel bir kaynak oluşturmak için kültürel kimliklerini korurken Çin, tüm bunlara ek olarak, Çin Eğitim Bakanlığı’na bağlı Konfüçyüs Enstitüleri kurmuştur. Dünyada toplam 5.418 Konfüçyüs Enstitüsü veya sınıfı bulunmaktadır. En tanınmış Çinli filozofun adını taşıyan bu enstitüler, dış politika görüşleri için insan haklarını tartışmaktan kaçınan veya Tayvan veya Tibet’in Çin’in ayrılmaz parçaları olduğuna inanan milliyetçilerden küresel bazda eleştiriler aldı. Bu enstitüler casusluk yapmakla ve akademik özgürlüğü kısıtlamakla suçlanıyor.
Komünist Partinin Politbüro Li Changchun temsilcisi 2011 yılında “Konfüçyüs Enstitüleri kültürümüzün yurtdışına yayılması için cazip bir marka. Bu okullar yumuşak gücümüzü genişletmek için her zaman önemli bir yatırım olmuştur. “Konfüçyüs” markası ise oldukça cazip. Dil eğitimini kapak olarak kullandığınızda, her şey dışarıdan mantıklı ve kabul edilebilir görünüyor.” dedi. Komünist Partinin önderliği bu enstitüleri yurtdışındaki propaganda araç setinin önemli bir parçası olarak nitelendiriyor ve son 12 yılda Çin’in bunlara yaklaşık iki milyar USD harcadığı tahmin ediliyor. Bu enstitülerin kuruluşu, liderliklerinin, personelinin, kılavuzlarının, eğitim materyallerinin ve fonlarının çoğunun Çin Eğitim Bakanlığı’na bağlı Hanban kurumu tarafından sağlandığını öngörmektedir.
Hem Rus hem de Çinli vatandaşlar yurtdışından mülk satın alırlar ya da kiralarlar. Rusların bunu yapma nedeni herhangi bir zorunlu durum ortaya çıktığında gidecekleri (kaçabilecekleri) bir yerin hazırda tutulmasıdır.
Çinli vatandaşlar ve şirketler ise yavaş yavaş Rus Uzak Doğu coğrafyasında büyük araziler kiralıyor veya satın alıyorlar. Çinlilere verilen arazi miktarı hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber bunun 1–1,5 milyar hektar arasında değişebileceği söylenmektedir.
Tüm bunlardan ne çıkarabiliriz? Çin ve Rusya özünde şişirilmiş hırsları olan totaliter devletlerdir. Rusya hırslarına açıkça saldırgan ve utanmaz bir şekilde ulaşmaya çalışsa da, Çin bu hamleleri daha dikkatli ve düşünerek yapıyor. Rusya hedeflerine ulaşmak için genellikle askeri araçlar kullanırken, Çin büyük olasılıkla finansal gücünü kullanmaktadır. Rusya hırslarını kibirli bir şekilde yerine getirmeye çalışırken, Çin aynı sonucu, nezaket ve alçak gönüllülükle elde etmektedir.
Hangi ülke hedefine yaklaştı? Bence kesinlikle Rusya değil. Ayrıca SSCB gibi Rusya da Çin’den daha iyi olduğuna inanıyor ve Çin karşısında kibirleniyor. Ancak, konuya hakim olanlar ve meseleye sağlıklı bir bakış ile bakanlar, birçok alanda Çin’in Rusya’yı geride bıraktığını fark etmektedirler. Üstelik şimdiden Ruslara ait bir çok toprak Çinlilerin mülkü olmaktadır.
Bu bizi tarihe geri getiriyor… Soru şu : “İki totaliter devlet aynı sınırı paylaştığında ne olur?” Cevap ise açık: “Bunlardan biri sonunda kaybolur.”
Şimdilik, Çin dünya haritasında hayatta kalmak için elinden gelen her şeyi yapmış gibi görünüyor.
Zintis Znotins
Yazının Orjinali : http://kaanceben.com/2020/05/28/rusya-ve-cin-benzerlikleri-ve-farkliliklari/