Modernizm; gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği düşüncesinden hareketle 19. Yüzyılda Fransada doğmuştur.
Türkiye bu akıma kendisini oldukça fazla kaptırmış ülkelerden biridir.
Modernizmin yavaş yavaş Osmanlı elit çevrelerini sardığı yıllarda genç bir subay olan Mustafa Kemal'de Avrupa'dan gelen bu düşünce yapısına kayıtsız kalamamış ve Devletin hakimiyetini ele alma fırsatını yakaladığı günden itibaren modernist atılımlar, devrimler ve çıkışlar yapmıştır.
İşte Cumhuriyet ve laik devlet icraası bunun tezahürüdür.
Her ne kadar halkı Müslüman olan bir ülkede böylesine modernist devrimler hoş görülmesede paşa bir yolunu bulup muhalif düşünce akımlarını bastırmayı bilmiştir.
Giyimde, kuşamda, şapkada, etekte, tekkede, ulaşımda, tarımda ve hayvancılıkta oldukça keskin adımlar atan Kemal Atatürk tek parti sistemi ve muhalefetsiz seçimler kazanarak Demokrasi konusunda modernist olamamıştır.
Ülkede yaşayan Müslümanlar modernizmin sanayi, teknoloji ve tarım konusundaki yanlarına sahip çıkmış olmalarına rağmen fikirde, düşüncede ve felsefede reformist olmaya yani somut haliyle laiklik ve demokrat olmaya karşı çıkmışlardır.
50 li yıllarda çok partili sisteme geçişle birlikte Müslümanlarında yönetime talip olma fırsatı doğmuştu. Bu fırsat mı, felaket mi? ileriki yarım asırda belli olacaktı.
Çünkü sistemi çelik perçinlerle zapturapt altına almış olan üst akıl, gelebilecek anti laik Hükümetlere karşı da gerekli önlemler almayı unutmamıştır.
Bu ise her 10 veya 20 yılda bir askeri darbeleri kaçınılmaz hale getirecekti. Asılanlar, sürgüne gidenler, pazarlık sonucu sürgünden iktidara gelenler derken velhasılı döve, çala modernizm düşüncesi bütün kafalara yerleşmiş oldu.
80 li yılların başlarında halkın büyük bir çoğunluğu Demokrasi, Laiklik, Kemalizm gibi düşüncelere karşı iken liderlerin büyük bir kısmı ise oldukça modernist düşünüyor halkı da buna razı etmeye çalışıyorlardı.
80 ihtilali ile beraber dipçik zoruyla yola gelen siyasiler ve halk iyiden iyiye modernist düşüncelere teslim oldu.
Geriye sadece sistem onu kabul etmese de sisteme girip birşeyleri değiştirmeyi düşünen Erbakan vardı. 90 lı yılların başında büyük denecek bir oy kitlesiyle Tansu Çiller ile dönüşümlü hükümeti kuran Erbakan için postmodern darbe kaçınılmaz oldu.
Darbeden sonra görevi devralan Anasol-M hükümeti belkide İslama ve Müslüman halka en büyük darbeyi vuracak olan 28 şubat kararlarını alacaktı.
80 yıllık darbeler Cumhuriyeti tecrübesi 2 binli yılların başında Ak partiyi iktidara taşıdı.
Artık geriye kalan anti reformist muhafazakar kanadın bir şekilde modern düşünce yapısına kanalize edilmesi gerekiyordu.
Ben Türkiye'yi peçeli ve takvalı bir kadının yavaş yavaş, zamanla mini etekli ve günahkar bir kadına dönüşmesine çok benzetiyorum.
Önce peçe çıkıyor, sonra çarşafın yerini pardesü alıyor üzerine rengarenk bir başörtüsü daha sonra alttan geniş paçalı bir pantolon, pantolonun görünmesi için üzerine bir dekar, başörtüye siyah bir gözlük ve hörgüç... Zamanla vücut hatlarını belli eden tunik ve altına dar pantolon. Zaten bu hale geldikten sonra şeytan başörtünün ağır geldiğini kafalara yerleştirir, saçlar özgürlüğüne kavuşurken kafaların içindeki İslam düşüncesi de oldukça büyük bir yara almıştır. Artık yeni çevre, yeni mekanlar ve nihayet diz üstü etek..
İbn i Abbas'ın (ra) bu konuda güzel bir sözü var. Önce fikirler sonra elbiseler değişir.
2020 yılına geldiğimizde artık halkın büyük bir çoğunluğu Demokrasi, Laiklik ve Kemalizmi oldukça sahiplenmiş durumdalar.
Öyle ki; tarikatlet ve cemaatler bile bu değişime ayak uydurarak halkın hızlı ve acil bir şekilde fikirsel reforma tabi olmasını sağladılar.
Önce Cübbeli Ahmet Hoca'nın TV'de sonra Menzil şeyhinin bir gazete muhabirine Atatürk ile ilgili övgü dolu sözleri söz konusu tarikat tabanlarının büyük değişimlerine sebep oldu.
Belkide şalvar ve sarığı yasaklayan 2. Mahmut'dan bugüne reformizm bu topraklarda zirveyi yaşıyor.
Bir 20 yıl sonraki Türkiye'yi tahayyül etmek zor olmasa gerek.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.