Haber: Referans Medya
“Uluslararası kamuoyu, Çin ile devam eden ticari ve ekonomik anlaşmalarıyla Doğu Türkistan halkının imha girişimlerine ve soykırımına karşı sağlam bir tutum sergileyemiyor. Müslüman çoğunluk ülkelerinin sessizliği ve Pekin rejiminin uydusuna dönüşmesi gerçekten utanç verici. Çin Komünist Partisi’nin yozlaşmış elitleri, nüfuzları olan insanları ve rüşvetçi yöneticileri var.İslam ülkelerindeki medyayı kontrol ediyorlar.”
Uygur Hareketi (CampaignForUyghurs – CFU) ve Komünizm Kurbanlarını Anma Vakfı (Victim of Cummunism – VOC), Dünya Uygur Kurultayı Başmüfettişi ve Uygur Araştırmalar Merkezi İcra Direktörü Abdulhakim İdris’in kitabı üzerine ortak bir etkinlik düzenledi. Online olarak gerçekleştirilen etkinlikte, Türkçe adı, “Kızıl Kıyamet: Çin’in Türk ve İslam Dünyası’nı Sömürmesi & Uygur Soykırımı”, İngilizce adı “Menace: China’sColonization of theIslamic World andUyghurGenocide” isimli kitabın etkinliğinde eserin yazarı Abdulhakim Idris’in yanısıra şu isimler söz aldı:
- Komünizm Kurbanlarını Anma Vakfı Başkanı ve CEO'su Büyükelçi Andrew Bremberg,
- Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Dolkun İsa
- Amerikan – İslam İlişklieri Konseyi (Council on AmericanIslamicRelations – CAIR) Kuruçusu ve Yöneticisi NihadAwad,
Uygur Hareketi’nin Halkla İlişkiler ve İnsan Hakları Savunuculuğu Direktörü JulieMillsap’ınmoderatörlüğünü yaptığı panelde, Abdulhakim Idris’in kitap ve Uygur Soykırımı hakkında yaptığı konuşma aşağıda yer almaktadır.
“Doğu Türkistan’da bir soykırım yaşanıyor ve bu soykırımı bütün dünya izliyor. Bu kitabı yazmamım amacı dünyaya bir uyarıda bulunmaktır. Sadece milyonlarca insanımızın varoluşu ciddi bir tehlike ile karşı karşıya değil aynı zamanda özgür dünyanın geleceği de tehlikededir. Özgür dünya Çin Komünist Partisi (ÇKP) oluşturduğu tehlikeyi ancak fabrikalar kapandığında ve insanları işsiz kaldığında, Çin'e karşı bir makale yazdıkları için medyalarından atılanların sayısı arttığında, insanların ifade özgürlüğü ortadan kalkmaya başladığında daha iyi görecektir.
ÇKP, Doğu Türkistan’da yaşananların BM Soykırım Sözleşmesi’nde yer alan şartları karşılamadığını gündeme getirenlerle birlikte ağır bir diplomasi ve propaganda mekanizması yürütüyor. BM Soykırımın Önlenmesi Sözleşmesi'ne göre, soykırım olarak nitelendirilebilmesi için sözleşmede suç olarak kabul edilen beş maddeden sadece birinin olması yeterli kabul ediliyor. Uygurların durumu beşini de karşılıyor. Bugün milyonlarca Uygur toplama kamplarına gönderiliyor. Uygurların yaşam düzeni bozuluyor onların evlerine Han Çinlilerinin kültürü yerleştiriliyor. Uygur erkek ve kadınlar köle gibi çalıştırılıyor. 900 bin çocuk kaçırılıyor, Uygur kadınlar zorla kısırlaştırılıyor ve kürtaj yapılıyor.
Kitabımın konusu biz bu noktaya nasıl geldik ve bundan nasıl kurtulabiliriz. Yüzlerce yıllık tarihi sadece birkaç yüz sayfada toplamaya çalıştım. Bu kitap için umudum, onu okuyan her insanın sayfalarında Uygurlardan dünyaya bir bakış bulması,Çin rejiminin o İslam ülkeleri üzerindeki kontrolünü ortaya çıkarması ve İslam dünyasının Uygur Soykırımı ve Çin'in sömürgesine dönüşümü konusundaki sessizliğinin ayrıntılarına ışık tutmasıdır.
Çin’in sömürge sistemi altında yaşamaktan ve onun zulümlerine maruz kaldığımız için dünyada benzeri olmayan kötü bir tecrübeden çıkarılan derslere dayalı bakış açımızla ÇKP’nin tehlikelerine karşı dünyayı uyarmak istiyoruz. Pekin, neyin yanlış neyin doğru olduğunu belirlemek için despotik gücünü kullanıyor. Geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi kontrol ediyor. Ne kadar yaşayacağımızı ve ne zaman öleceğimizi seçmeye çalışıyor. Dünya, Çin egemenliği altında dünyanın neye benzediğini bilmek istiyorsa, şu anda Doğu Türkistan'da yaşananlara bakmaları yeterli olacaktır.
Abdulhakım İdris
Pekin hükümeti, 1949 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra Uygurların nüfuslarını azaltarak asimile olmaları için Han Çinlilerini bölgeye taşıdı. Çin hükümeti, aralarında sıkı bağlar olan bir etnik grubun varlığının bölgedeki iktidarını yürütebilmesi için önlerinde büyük bir tehdit teşkil ettiğini ve yok edilmesi gerektiğini düşünüyor.
Bu nedenle, Uygurlar demografik olarak yok olma tehdidi ile birlikte sivil özgürlüklerine yönelik kalıcı tehditlerle de karşı karşıya kaldılar. Örneğin 1956'daki "Çiçek Kampanyası" sırasında, siyasi partilere yönelik eleştiriler önce teşvik edildi, sonra bu suç kabul edildi. Öğrenciler, Öğretmenler ve aydınlar devlet düşmanı olarak hedef alındı ve binlercesi yaklaşan soykırımın tohumlarını ekildiği çalışma kamplarına gönderildi.
Bu düzen, milyonları öldüren ve tüm köyleri yok eden bir zulüm ortamı yaratan "büyük atılım" yoluyla devam etti. İnanç olarak İslam hedef alındı. İbadet yerleri yok edildi. Bu yıkımın boyutu olağanüstüydü ve camilerin %90'ından fazlası yıkıldı. Bir zamanlar 107 camiye ev sahipliği yapan Kaşgar şehrinde sadece iki cami kaldı.
1980'lerde Çin Komünist Rejimi Uygur halkına müsamaha gösterdiği bir dönem oldu. Bu dönem 1979'da Sovyetler Birliği'nin Doğu Türkistan'ın komşusu Afganistan'ı işgal etmesiyle, SSCB'nin Çin'e karşı bir savaşta Vietnam'ı desteklemesiyle başladı. İki cephe arasında sıkışan Çin, Uygurların kendi dillerinde eğitim almalarına ve Uygur kitaplarını yayınlamalarına, camiler inşa etmelerine ve kültürel çalışmalara katılmalarına geçici olarak tahammül etmek zorunda kaldı. Hatta 80'lerin ortalarında Uygur öğrenci hareketlerine izin vererek onları mutlu etmek ve SSCB'nin Uygurlar üzerindeki etkisinden kaçınmak istedi. Ancak bu sözde altın dönem, Sovyetler Birliği'nin 1989'da Afganistan'dan çekilmesiyle yavaş yavaş ortadan kalktı. Aynı yıl gerçekleşen Tiananmen Meydanı katliamı, Çin Komünist Partisi'nin hiçbir zaman insan hakları ve demokrasiden yana olmadığını gösterdi.
Şu anda uluslararası kamuoyunun Çin ile devam eden ticaret ve ekonomik anlaşmalarıyla Doğu Türkistan halkının imha girişimlerine ve soykırımına karşı sağlam bir duruş sergileyemediğini görüyoruz. Diğer taraftan Müslüman ülkelerin sessizliği ve Pekin rejiminin uydusuna dönüşmesi gerçekten utanç verici.
Çin Komünist Partisi dünyayı despotik rejimi altına almak istiyor. Bu amaçla sistematik ve sofistike projeler geliştiriyor. Her yıl binlerce Çinli, özellikle teknoloji ve sanayi alanında yurtdışında eğitim görüyor. Aynı şekilde, CCP iktidara gelmeden önce, Ekim 1949'da ÇHC'nin kurulmasından önce birçok aydın, işadamı, bilim adamı ve sermaye çevre ülkelere kaçmıştı. Ancak, 1980'lerden sonra dokunulmazlık vaatleriyle Çin'e döndü.
Çin'in 2000 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne kabulünden sonra serbest piyasa ekonomi sistemini daha etkin bir şekilde uygulamaya başladı, kısa sürede ucuz iş gücü ile dünyanın fabrikası haline geldi. Bu önemli adımlar sonucunda bir dönem sahte ürün üreten dev fabrika, kendi uçaklarını, füzelerini, internetini ve elektrikli otomobillerini üreten bir ülkeye dönüştü.
Bu yeni düzen inşa edilmişken, özgür dünyanın insan haklarına saygı ve yeni ulusların kalkınması gibi evrensel değerleri göz ardı edildi. Bu rejim, Orta Asya ülkeleri ve Müslüman devletlerden başlayarak dünyayı kuşatacak bir tehdit haline geldi.
Bugün Çin rejimi yozlaşmış elitlere, nüfuz sahiplerine ve rüşvetli yöneticilere sahiptir. İslam ülkelerindeki medyayı kontrol ediliyor. Bu ülkeler Çin ile yaptıkları yatırım anlaşmalarını kendi nüfuslarından saklamak zorunda kalıyor. Çin rejimi bu ülkelerdeki iç meselelere müdahale etmemekten bahsediyor ama gerçekte emirleri onlar veriyor. Örneğin, bu İslam ülkeleri tarihsel olarak Uygur Müslümanlarıyla güçlü bağlara sahipti, ancak BMİnsan Hakları Konseyi’nde Pekin Hükümeti’nin yanında olmak için Çin'in emirlerine uyuyorlar. Pekin, ekonomik kozunu diplomatik avantaj yaratmak için kullanıyor, siyasi gücü güvenlik ve askeri amaçlar için kullanıyor. Sonuçta, bu yöntemlerle ÇKP, çoğu İslam ülkesini ele geçirmiş geçiriyor.
Koyun kılığında bir kurt gibi, dünyaya yardım ettiğini iddia ederken, Çin propaganda ile suçlarını gizliyor. Çin’in dünyayı aldattığının en görünür ve çarpıcı olanı Kuşak ve Yol Girişimi'dir. Xi Jinping tarafından 2013 yılında duyurulan BRI, 'eşit kalkınma getirme' vaadiyle dünyaya pazarlanıyor. Ancak şu ana kadar ortaya çıkan gelişmeler bunun doğru olmadığını gösteriyor. Bu ekonomik refah programında tek bir kazanan var: Çin Komünist rejimi.
Malezya'nın eski başbakanı Mahatir Muhammed, PBS’inFrontline belgesel kanalındabu düzeni çok iyi özetliyor. Kısaca söylemek gerekirse, BRI kapsamındaki bir altyapı projesinde ihaleyi kazanan firma Çin'den, inşaatı yapacak firma Çin'den, inşaatta kullanılacak malzemeler Çin'den, hatta projede çalışacak insanlar bile Çin'den geliyor. Malezya vatandaşları para kazanma ve ailelerine destek olma fırsatını kaybediyor. Bu nedenle Mahatir, ülkesinin bir daha sömürülmesini istemediğini iletiyor.
Bu sömürge düzenini kabul edenlere ne olduğunu anlamak için Pakistan'a bakmak yeterli. Pakistan Başbakanı İmran Khan, ülkesinin ekonomisinin geleceğinin artık Çin'e bağlı olduğunu itiraf ediyor. Dünyanın en önemli ticaret geçiş noktası olan Süveyş'te kurulan dev özel ekonomik bölgede Çinliler söz sahibi oluyor. Bu ekonomik bölgeler ekonomik olarak yatırım diye görünse de, aslında Çin komünist rejiminin dünyayı ekonomik olarak kontrol etmesi için üslere dönüşüyor.
BRI adı altında veya diğer yatırımlar yoluyla olsun, Pekin hükümeti kendi baskıcı rejimini de ihraç ediyor. Bu rejim ihracatının ilk hedefi, hükümetlerinin önemli bir kısmının otoriter olduğu Orta Asya ve İslam ülkeleridir. Çin Komünist rejimi otoriter rejimlerin yöneticilerini Pekin için uydu yöneticilerine dönüştürüyor. Bu yöneticiler kendi Müslüman halkları pahasına milyarlar kazanıyor.
Çin komünist rejimi İslam dinine karşı açık bir savaş verirken, "din afyondur" ve "hastalıktır" diyerek Müslümanların günlük namazlarını yasaklıyor, geleneksel Müslüman isimlerini yasaklıyor ve Kur'an-ı Kerim'i yeniden yazmaya çalışıyor. Komünist bir rejimin inananlara karşı başlattığı yok etme savaşında, Müslüman liderler inançlarını unutmayı ve Xi Jinping'in yanında yer almayı seçiyorlar. Çin Komünist Rejimi’nin yalanlarına inanmayanlar Pekin ve uzantıları üzerinden hedef ediliyor. Akademisyenler ve hemen üniversitelerden atılıyor ve başka bir üniversitede ders vermeleri yasaklanıyor. Şirket yöneticisi olmaları halinde doğrudan veya dolaylı olarak ticaret yaptıkları diğer şirketler ambargo uygluyor. Eğer gazetecilerse, çalıştıkları gazete reklam gelirlerinin azalması korkusuyla işine son veriyor. Kamuda çalışan bir kişi derhal işten uzaklaştırılıyor.
Çin komünist rejiminin neo-sömürgeci politikalarının İslam dünyasında etkili olmasının nedeni de Müslüman ülkelerin on yıllardır içinden geçtiği kaotik düzenden kaynaklanıyor. Yıllardır Orta Doğu ve Afganistan'da yaşanan savaşlar ve gerginlikler, Arap Baharı ile başlayan olaylarda halk ve yöneticiler arasındaki ilişkilerin bozulması ve Çin rejiminin dezenformasyonu yayma konusundaki amansız çabaları nedeniyle Müslüman çoğunluk ülkeleri kolayca sömürülmesine ve otoriter liderler Çin'in yörüngesine çekilmesine yol açıyor.
Mısır, Suudi Arabistan ve İran’da dini liderlerin ve kanaat önderlerinin durumu içler acısı. Bugün Doğu Türkistan'da olanların Pakistan'da ve diğer tüm Müslüman ülkelerde ortaya çıkacağını göremiyorlar. İslam devletlerindeki halkları, Doğu’dan gelecek tehdide karşı uyanık olması gerekiyor.
Bu yaşadığımız acımasız süreç aynı zamanda benim için kişisel bir konudur. Dört yıl önce, Annemle, muhtemelen son konuşmamı yaptım. Kardeşim toplama kamplardan birinde ve 20 yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı. Kız kardeşlerim de ortadan kayboldu. Ailemin evinin kapısına kilit vurulmuş. Bu bana ruhumun derinliklerine vuran ve sonunu bilmeyen bir acıya neden oluyor.
Annemi ve ailemi bir kez daha kucaklayacağımı biliyorum. Bunun bir sonraki hayatta mı yoksa bunda mı olacağı bana bağlı değil. Bu bize bağlı, insanlığa, dünyaya bağlı. Şu anda eli kolu bağlı olan ve hiçbir şey yapamayacak olanlar adına ne yapabileceğimizi kendimize sormalıyız. Sesleri çıkaramayaçak durumda olanlar adına ne diyeceğiz?
Bu kitap temelde bir eylem ve yardım çağrısıdır. Şu anda hikayelerini paylaşamayan birçok insanım adına yazılmış. Umudum, sayfalarında hayatlarının bir kısmını yansıtabilmektir. O mazlumlar hikayeleri anlatmaya değer ve duyulmayı hak ediyorlar. Onlara adına bunları söyleme fırsatı bulduğum için sonsuza dek minnettarım.
Bu zalim ve otoriter düzenin yarattığı tehlikeye karşı durmanın ilk şartı Doğu Türkistan'ı korumaktır. Müslüman dünya ve batılı ülkeler, 70 yılı aşkın süredir tarihiyle, kültürüyle, dini inançlarıyla zorba rejime direnen Uygur halkının yanında yer almalıdır. Düşünce kuruluşları, akademisyenler, enstitüler ve insan hakları örgütleri Uygurları ve bu soykırımı araştırmalı ve öğrenmelidir. Doğu Türkistan uzun zamandır hem ekonomik, tarihi ve doğal kaynakları ile hem de konumu ile Çin için batıya açılan kapı konumundadır. Eğer bu kapı yok edilirse, Çin istediği her şeyi yapabileceğini bilecek ve dünyanın geri kalanı için çok geç olacaktır.
Zaman ayırıp desteğiniz için teşekkür ederim. Hep birlikte bu soykırımın durdurulduğunu, sorumlulara adaletin getirildiğini göreceğimize inanıyorum."
Not: Abdulhakim Idris’in kitabı Amazon.com ‘dan satın alınabilmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.