• BIST 9367.77
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 7 °C
  • Ankara 11 °C

39 yıl önce gerçekleşen 'Hama Katliamı"

39 yıl önce gerçekleşen 'Hama Katliamı"
Suriye’nin kolektif hafızasında ciddi bir travma etkisi meydana getiren ve Baas rejiminin muhaliflerine karşı ne kadar gaddarlaşabileceğini ortaya koyan Hama Katliamı'nda, gerçek rakamlar hiçbir zaman açıklanmadı.

Bundan tam 39 yıl önce, 2-28 Şubat 1982 tarihleri arasında Suriye’nin Hama kentinde gerçekleşen ve 30 binden fazla insanın vahşi biçimde öldürülmesiyle sonuçlanan katliam, Ortadoğu’nun yakın tarihinde bir devletin kendi vatandaşlarına yönelik uyguladığı kıyımların en büyüklerindendi. Ne var ki, bütün dehşetiyle ve ayrıntılarıyla hâlâ hatırlanan Hama Katliamı’nın benzerleri, 2011’den sonra Suriye’de defalarca tekrarlanacaktı…

Hama Katliamı’nı ortaya çıkaran süreç, bir yönüyle, Suriye’nin modern tarihinin de özeti gibidir:

1946’da Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Suriye, o tarihten sonraki süreçte sürekli iç karışıklık ve askerî darbelerle yüzleşmek durumunda kalmıştı. Başkent Şam’ın Arap milliyetçiliğinin merkezi olduğu yönündeki genel algıya rağmen, Suriye’yi yöneten kadrolar, ülkeyi bir türlü istenilen düzeyde istikrara kavuşturmayı başaramıyordu.

Sünnî bir çoğunluğun yanında, Şiî, Alevî / Nusayrî, Hristiyan ve Dürzî azınlıklara ev sahipliği yapan Suriye, tüm bu grupların birbiriyle çatışan ve çelişen siyasî taleplerinin de boğuşma arenası konumundaydı.

Birbirini takip eden siyasal krizlerin ve sosyal çalkantıların ardından, 1963’ün baharında Baas Partisi’nin askerî darbeyle yönetime el koyması, Suriye politik sahnesindeki manzarayı biraz daha netleştirmişti. 1970’de, Baasçı subaylardan Hâfız Esed’in parti için bir darbeyle, yönetimi tek başına ele alması ise, Suriye’de bugün de devam eden iktidar sürecini başlattı.

Hâfız Esed, 1930’da, Suriye’nin batı kesiminde yer alan Lazkiye şehrinin Kardâha kasabasında, Fransız mandası döneminde Fransızlarla işbirliği içinde çalışmasıyla ünlenen Nusayrî bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Toplumsal hiyerarşinin birçok katmanından dışlanan Nusayrîler için, güvenli bir gelecek temin etmenin en sağlam yolu, Sünnî çoğunluğun rağbet etmediği ve “süflî bir iş” olarak gördüğü askerlik mesleğine intisaptı. Birçok Nusayrî gibi, genç Hâfız da ordu saflarına katıldı. Zaman içinde kişisel becerileri, entrika yeteneği ve talihinin yardımıyla Baas Partisi’nin darbeci kanadının belkemiğine dönüştü. Nusayrîlerin askerlik ve ordu içinde çoğalarak yükselmeleri ve yıllar içerisinde Suriye devletinin kilit noktalarını ele geçirmeleri, normalde yüzde 10’luk bir azınlığa tekabül eden bir mezhebin mensupları için, dikkate değer bir başarı hikâyesidir. Suriyeli Sünnî çoğunluk ise, başlangıçta askerlik mesleğine tenezzül etmemesinin ceremesini, Baas diktatörlüğü altında yaşamak zorunda kalarak çekecektir.

Ana akım Şiîliğin içinde “sapkın” olarak nitelenen Nusayrî mezhebi idiyeti yanında, seküler bir dünya görüşünü benimseyen Hâfız Esed, Sünnî bir çoğunluğa hükmetmekte yaşayacağı sıkıntıların farkındaydı.

Bunun için dikkatli adımlar atarak, halkın muteber kabul ettiği bazı din adamlarını yanına çekme ve onlara ülke içinde çok geniş imkânlar tanıma stratejisini benimsedi. Bunlardan özellikle ikisi, Hâfız Esed ve Baas rejiminin her türlü eyleminin halk kitleleri nazarında meşrulaştırılması noktasında kritik rol oynadı: Şâfiî mezhebinin dünyadaki en büyük otoritelerinden biri olan Saîd Ramazan el Bûtî (1929-2013) ve Suriye müftülüğü vazifesini 1964-2004 arasında kesintisiz devam ettiren Şeyh Ahmed Keftârû (1915-2004). Her ikisi de tasavvufî ekollere bağlı olan Bûtî ve Keftârû, aynı zamanda Kürt asıllı isimlerdi. Dışarıdan bakıldığında, Nusayrî ve seküler Baas kadrolarıyla tasavvuf mensubu muhafazakâr aktörlerin ilginç bir ittifakı söz konusuydu. Bu ittifak, Hâfız Esed’in ölümünden sonra, günümüzde de hâlâ devam etmektedir.

Suriye halkının ekseriyetinin samimiyetle bağlı bulunduğu “geleneksel İslâm”la bağlarını böylece sağlamlaştıran, “makbul” addettiği İslâm yorumlarının önünü açan, kendisi de zaman zaman camilerde boy göstererek dindarlığını vurgulayan Hâfız Esed, ikinci bir adım atarak, 1970’lerin ilk yarısında Nusayrî mezhebini “ana akım Şiîlik” içinde dâhil ettirdi. Söz konusu “teolojik operasyon”u gerçekleştiren isim, Lübnanlı Şiî din adamı Mûsâ Sadr idi. Nusayrîleri Şia içerisinde meşru hiyerarşiye kabul eden Sadr, 1978’de Libya’ya yaptığı bir ziyaret sırasında esrarengiz biçimde ortadan kayboluncaya kadar, Suriye’deki Baas rejiminin en yakın müttefikiydi.

1978’den sonra Sadr’ın fiilî desteğini yitiren Hâfız Esed, yine de ondan elde edeceği en büyük armağanı kapmış, “sapkın” olmaktan kurtulmuştu.

Esed’in dindarlık gösterileri öylesine “kamuoyu ayarlı”ydı ki, Şia mensupları normalde namazlarda ellerini iki yana saldıkları halde, kendisi Sünnîler gibi elini göbeğinin üzerinde bağlayarak namaz kılıyordu. Bu nüans da, hiç şüphesiz, Suriyeli Sünnî çoğunluğa yapılmış “minik” bir jestti. Sünnî din adamlarının da hararetli desteğiyle, Suriye böylece “ılımlı Şiî, ama Sünnî pratikleri uygulayan” bir lidere kavuşmuş görünüyordu.

Hâfız Esed’in yönetime el koyduğu dönemde, Suriye içindeki en büyük ve örgütlü muhalefet hareketi, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (kısaca: İhvân) idi. 1928’de Hasan el Bennâ ve arkadaşları tarafından Mısır’ın İsmailiyye şehrinde kurulan İhvân, 1940’ların hemen başında Mustafa Sıbâî ve diğer bazı isimler eliyle Suriye’de de teşkilâtlanmıştı. Sıbâî’nin sağlık sorunları nedeniyle 1961’de Suriye İhvânı’nın liderliğini İsâm Attâr üstlenmiş, ancak Baas rejiminin iktidara geldiği 1963’te Attâr, hac dönüşü ülkeye alınmayarak sürgüne gitmek durumunda kalmıştı. Bunun üzerine yurtdışından ve adeta uzaktan kumanda ile idare edilen bir organizasyona dönüşen Suriye İhvânı, kendi içinde birtakım ayrışmalara sürüklenmiş, hareketin içinden Hama ve Halep merkezli “sertlik yanlısı” gruplar çıkmıştı.

Halep grubunun liderliğini yapan Abdulfettah Ebû Gudde’nin zaman içinde siyasetten ilmî sahaya kaymasıyla bu kesim zayıflamış, Hama grubu ise Mervân Hadîd’in liderliğinde canlılığını korumuştu. Hadîd ve adamları, 1964’te Baas rejimine karşı Hama’da ilk isyanı örgütlediğinde, Sünnî Devlet Başkanı Emîn el Hâfız’ın emriyle şehre bomba yağmıştı. Olaydan sonra Hadîd yargılanmış ve 1970’lerin ortalarında ölümüne kadar kalacağı hapse atılmıştı. 1970’de Hâfız Esed iktidara geldiğinde, Mervân Hadîd’in usulünden esinlenen İhvân kadroları ve onların etkisindeki diğer bazı dinî oluşumlar, Baas rejiminin seküler ideolojisine yeniden baş kaldırma yoluna gitti.

Yaşanacak çatışmayı öngörerek, “geleneksel ulemâ”yı çoktan yanına çekmiş bulunan Hâfız Esed, Bûtî ve Keftârû gibi halkın nazarında muteber olan isimlerin fetvalarıyla, Suriye İhvânı’nı marjinalize etmekte gecikmedi. Böylece 1973, 1975 ve 1980’de belli periyotlarla tekrarlanan Baas-İhvân çatışmalarının, “meşru devletin terör örgütlerine operasyonu” olarak halka yansıtılması kolaylaştı. 16 Haziran 1979’da Halep Topçu Okulu’na düzenlenen ve çoğunluğu Nusayrî 83 askerî öğrencinin katliyle sonuçlanan saldırı, rejimin İhvân’ı tümüyle hedef tahtasına oturtmasına yol açtı. Katliam İhvân’la hiçbir şekilde ilişkilendirilemese de, Baas rejimi ve destekçileri açısından fail netti. O günlerin gerilimli atmosferinde ve Baas’ın demir yumruğu altında, tersini söylemek de zaten mümkün değildi. Büyük bir tutuklama dalgası başlatıldı. Suçlu-suçsuz ayrımı yapılmaksızın, “şüpheli” görülen binlerce kişi kısa süre içinde hapse atıldı. Bunu 26 Haziran 1980’de, Şam’daki başkanlık sarayında Hâfız Esed’e düzenlenen suikast girişimi, hemen ertesi gün de Tedmur Hapishanesi’nde tutuklu bulunan 1100 civarındaki İhvân mensubunun koğuşlarında otomatik silahlarla taranarak öldürülmesi takip etti.

Nihayet, çıldırmış gibi hareket eden Baas rejimi, İhvân’ın ideolojik merkezi kabul edilen Hama şehrini kuşatma altına alarak topluca cezalandırmaya karar verdi. 2 Şubat 1982’de başlayan ve ay sonuna kadar devam eden kuşatmayı, Hâfız Esed’in kardeşi Rifat Esed bizzat komuta ediyordu. Suriye ordusuna ait tankların dört bir taraftan sardığı ve giriş-çıkışları kapattığı şehir, havadan da bombardıman altına alındı.

Hama’nın dünya ile bütün iletişimi kesilirken, Savunma Bakanı Mustafa Tlas, 15 Şubat günü yaptığı açıklamada, “asayişi sağladıklarını” söylüyordu. Ancak buna rağmen, sonraki 13 gün boyunca da Hama yoğun biçimde bombalanmaya devam etti. Şehrin tarihî kısmı tümüyle yerle bir olurken, camiler ve hatta kiliseler de yıkımdan nasiplerini aldı.

Gerçek rakamlar hiçbir zaman açıklanmasa da, katliamda en az 30 bin insanın yaşamını yitirdiği biliniyor.

Suriye’nin kolektif hafızasında ciddi bir travma etkisi meydana getiren ve Baas rejiminin muhaliflerine karşı ne kadar gaddarlaşabileceğini ortaya koyan Hama Katliamı, zamanlaması açısından da dikkat çekiciydi. Katliam sırasında, 1980’de Irak’ın İran’a saldırmasıyla başlayan İran-Irak Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Arap dünyası, 1979’da İran Şahı Muhammed Rızâ Pehlevî’yi devirerek iktidara gelen Âyetullah Humeynî rejiminin devrilmesini istediği için, savaşta Irak’ı destekliyordu. Tek bir Arap ülkesi hariç: Suriye. Hâfız Esed, hem Şiîlik üzerinden ideolojik olarak kendisini İran’a yakın hissettiğinden hem de Saddam Hüseyin rejiminin Baas iktidarıyla ölesiye rekabet içinde bulunduğundan, Arap kardeşlerinin hepsini karşısına alarak Farsları desteklemeyi seçmişti. Sonraki yıllarda İran’ın Suriye üzerindeki tasallutunu daha da derinleştirecek olan bu tercih, İran’a savaş sırasında rahatlama sağlarken, Humeynî rejimi de buna karşılık olarak, Suriye’deki Sünnî muhalefetin ezilmesine göz yummuştu. Baas rejiminin İhvân ve diğer muhalif akımları yok etmesi, İran için de Suriye’deki güçlü Sünnî muarızlardan kurtulma adına kazançlı bir işti. İran’ın yeni yönetimi, böylece bir taşla iki kuş vurmuş oluyordu.

“İran rejiminin katliamdan haberi olmadı, yoksa engellerdi” şeklindeki tevilci bakış açısı, Hama Katliamı’ndan sonra Tahran-Şam ilişkilerinin gittikçe ilerlemesi ve stratejik boyut kazanması nedeniyle ikna edici değildir. 2011’den sonra Hama Katliamı benzeri çok sayıda insanlık suçunun yine İran’ın desteğiyle işlenmiş olması da, Şiîliği yaymayı dış politikasının temeli haline getiren İran rejiminin bu türden kitlesel Sünnî katliamlarına karşı genel yaklaşımını ortaya koymaktadır.

Kaynak: GZT

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
Tüm Hakları Saklıdır © 2019 Referans Medya | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0543 861 19 89